18 Mart 2013 Pazartesi

bir hanım gözüyle Nick Hornby

Bu ara sık denk geliyordum internette Nick Hornby konulu yazılara. Merak ediyordum ancak çoğu kitabın futbol ile bağlantılı olduğunu duymam nedeniyle hep vazgeçmiştim. Zira bir çırpıda hiçbir yerden yardım almadan futbol ile ilgili bildiklerimi sıralayacak olursam: 93 yada 96 Hollanda Milli Takımı, babanın hayranı olması kontenjanından Dennis Bergkamp, Tsubasa ve Wakabayashi :) 

En son kardeşim de "Abla oku, hani Sensiz Olmaz diye bir film vardı, aslında bu o adamın Ölümüne Sadakat romanından uyarlama. Aslında siz kızların zaman zaman şu erkeklerin kafasında ne var, ne düşünüyor? sorularınıza pek çok yanıt var" şeklinde bir önerme yapınca bir deneyeyim dedim, en azından konu biraz bildiğim bir yerden, yani müzikten gelecek..

Öncelikle gerçekten çok beğendim, "Neden daha önce okumamışım?" dedim ama sonra da sanırım "Filmi izlediğim dönemde (10 yıl önce) okumuş olsaydım yazık olurmuş, özellikle şarkılar, şarkıların sözleri ve anlatılmak istenenler çok havada kalırmış" da dedim. İşte gerçek buluşmanın olması gerektiği zaman kendiliğinden olduğu durumuna bu da diğer bir güzel örnek olacak hayatımda. 

Kadın erkek fark etmez müziği bu kadar hayatının merkezine koyan birilerinin olduğunu görmek gerçekten insanı çok iyi hissettiriyor.

"Erkekler düz düşünürler" tezini Rob'un kendi dünyasında bir olay karşısında yaptığı çıkarımları ve en son geldiği noktayı görünce "eh yani ben bile buradan bu çıkarımı yapamazdım, nasıl geldi bu noktaya şimdi" diyebiliyorsunuz.

Kitabı okurken bahsi geçen şarkıları bileyim ya da bilmeyeyim bir kez duymak, hatırlamak ya da yazı dışında melodinin nasıl bir his yaratacağını anlamak için dinleme ihtiyacı hissettim. Bu da normaldeki okuma ortalamanıza göre bu kitabın biraz daha uzun sürede bitebileceğinin göstergesi.

Rob'un tek başına ya da Barry ve Dick ile yaptığı listeler ister istemez bir süre sonra sizi de etkisi altına alıyor. Ben de bazı yerlerde kendi listelerimi yaparken buldum kendimi. Ama sanırım en çok etkileyen liste "Hayalimdeki 5 İş" idi. Hani insan bilir bir şeyleri de böyle yazılı olarak gözünün önüne somut bir şekilde gelince yarattığı etki çok daha çarpıcı, hatta sarsıcı ve de düşündürücü olur, öyle işte. Oldu da kendi adıma.

Bundan sonra okurken işaretlediğim kısımların sadece bir kısmını buraya eklemek daha iyi olacak galiba.

* Herhangi bir kadın dergisini okuyun, hep aynı şikayeti görürsünüz: "Ön sevişme" ilgilerini çekmiyor...Bir zamanlar istediğimiz ön sevişmeydi, ama bu kızların ilgisini çekmiyordu. Bize çok uzun gelen son derece belirleyici iki üç yıl bunu aklımıza getirmememiz gerektiğini vurgulayan azarlarla geçti. 14 ila 24 yaşları arasında geçen on yıllık sürede ön sevişme oğlanların isteyip de kızların istemediği bir şeyden, kadınların isteyip de erkeklerin uğraşmak istemediği bir şeye dönüşür.. Bana sorarsanız, en mükemmel uyum Cosmo kadını ile ön dörtlük oğlan arasında mevcuttur.

** (Etrafta özenilerek gösterilen çiftler ile ilgili olarak)... Bir dükkanda üst üste yığılmış, güzelce katlanmış ve renklerine göre sıralanmış tişörtler görüp, içlerinden bir tane almanın nasıl bir şey olduğunu bilirsiniz. Eve götürdüğümüzde asla aynı görünmez. O tişört yalnızca dükkanda iyi görünür, çünkü etrafında arkadaşları bulunuyordur; bunu fark etmek içinse artık çok geçtir. Jackie'nin Phill olmadan asaleti yoktu tabi. (İstediğim buysa, her ikisiyle birden çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu belki; ama öyle bir işi yürütmek yetişkin olduğunuzda bile oldukça güçtür; on yedinizde taşlanarak öldürülmeniz için yeterli olabilirdi.)

***İnsanlar, silahlarla oynayan çocuklar ve şiddet dolu filmler izleyen gençler için kaygılanıyorlar; bir tür şiddet kültürünün onları ele geçireceğinden korkuyoruz. Kimse kırık kalpler, reddedilme, acı, hüzün ve kayıp üzerine binlerce -kelimenin tam anlamıyla binlerce- şarkı dinleyen çocuklar için kaygılanmıyor....bildiğim bir şey var ki insanlar mutsuzluk üzerine yazılmış şarkıları mutsuzluğu yaşamaya başladıklarından çok daha uzun zamandır dinliyorlar.

****Biriyle birlikte yaşama kariyerime atıldığımda kadın donları benim için korkunç bir düş kırıklığı olmuştu. Kadınların da bizim yaptıklarımızı yaptıklarını keşfetmenin şokunu asla atlatamadım.. Bir kadınla yaşamaya başladığınızda bu solmuş, ağzı burnu eğrilmiş Marks&Spencer artıkları birdenbire evin her tarafındaki radyatörlerin üzerinde beliriverir; ergenlik çağındayken, yetişkinlik döneminiz boyunca kurduğunuz seksi iç çamaşırlarıyla çevrili bir evde yaşayacağınıza dair şehvetli düşler tuzla buz olur.

*****Olup bittiği zaman her şeyi görebiliyorum.-geçmiş konusunda çok iyiyim. Anlayamadığım şey şimdiki zaman.

******(Laura ile ayrıldıktan sonra ilk buluşmalarında)..Makyaj yapmamış; bunun lehime olduğuna inanıyorum.Tükenmiş, kopmuş ve süslenmek için fazlasıyla bedbaht olduğunu bana göstermenin kolay bir yolu bu. Burada hoş bir simetri var: Ona içinde Solomon Burke'ün şarkısı olan kasedi verdiğimde, yıllar önce, yüzünde bir ton makyaj vardı, normalde yaptığından çok daha fazla, bir hafta öncekinden çok daha fazla ve bunun da benim lehime olduğuna inanmıştım ya da ummuştum.Öyleyse başta tonlarca makyaj yapılıyor ve sonda, durumun umutsuzluğunu belirtmek için hiç yapılmıyor. Zekice, öyle değil mi?

******* Bana öyle geliyor ki müziği (ve kitapları ve sinemayı ve tiyatroyu ve hissetmenizi sağlayan herhangi bir şeyi) varlığınızın merkezine yerleştirirseniz aşk hayatınızı hale yola koymak, onu bitmiş bir ürün gibi düşünmeye başlamak size uymaz. Onu kurcalamak, canlı ve çalkantılı tutmak zorundasınızdır; onu parçalarına ayrılana dek kurcalamalı ve ilmek ilmek sökmelisiniz ki en baştan başlamaya mecbur kalın. Belki de bizim gibiler, bütün gün duygusal şeyler sindiren insanlar, hayatı yüksek perdeden yaşıyor ve bunun bir sonucu olarak da kendilerini hiçbir zaman tümüyle mesut hissetmiyorlar; ya mutsuz ya da coşarcasına, sırılsıklam mutlu olmak zorundayız; ama dengeli, sağlam bir ilişki sırasında bu ruh hallerini yakalamak oldukça zor oluyor. 

10 Mart 2013 Pazar

beklemek




İnsanların da ritimleri var şarkılar gibi ..

Ne yaparsan yap belli bir yerden sonra hep beklemek zorunda kalıyorsun. Bazen herkesten önce vardığın için diğerleri sana yetişsin diye. Bazen de sen çok geride kaldığını hissediyorsun o zaman tur binsin ve yeni tur başlasın diye. Ya da bazen tamam bu defa ne önde ne de geride kalacağım, adımlarımı uyduracağım çoğunluğa diyorsun, ama bu durumda da için kıyılıyor.

Müzikte aksak ritim ya da off-beat ritim diye bir şey var ama sen hayattaki aksak ritim olunca bu müzikteki kulağa hoş gelen durum gibi olmuyor. Ritme uymuyorsan oyuna da giremezsin durumu. Sonra kendini sorgulamaya başlıyorsun. Bir süre sonra senin de pek oyuna giresin gelmiyor zaten.

Yine başa dönüyorsun, beklemeye…

5 Mart 2013 Salı

5 Mart 1970


"I think the feelings in my music were suggested to me before I even had the ability to play music." - John Frusciante

3 Mart 2013 Pazar

insanlar haksızken daha çok bağırırlar

Yaklaşık yarım saattir öylece ifadesiz oturan adamın sakinliği hızlı adımlarla gelen ve nefes almadan konuşan kadının sesiyle bozuluyor. Kadın o kadar çok konuşuyor ki, beni ortamdan soyutlamayı başarıp nerede olduğumu unutturmuş kitabımdan kafamı kaldırıp, "Derdi ne bu kadının?" dememe sebep oluyor. 

Dinlemeye koyuluyorum. O kadar gözlerimi dikerek ve çekinmeden dinliyorum ki. "Ne dinliyorsun?" ya da "Ne bakıyorsun?" dese cevabım bile hazır. "Sen benim huzur alanıma az önce izinsiz girdin, ben de şimdi aynısını sana yapacağım" diyeceğim ama sormuyor.

Telefonda konuştuklarını, Profilo'yu nasıl Cevahir olarak algıladığını, adeta Cem Yılmaz'ın dediği gibi Cevahir'in tarihçesinden başlayarak anlatıyor. Polo Garage'ın önünden geçerken beğendiği bluzu da büyük bir rahatlıkla iliştiriyor araya. Bir yukarı bir aşağı koşuşturduğunu, Cevahir'deki Starbucks'ların hepsine baktığını ama adamı bulamadığını anlatıyor.

Adam aynı yüz ifadesiyle sadece araya bir cümle sıkıştırıyor: "Dinlemiyorsun ki"

Kadın yine devam ediyor. "Ay ben nasıl yanlış anladım. Senin mesajını da geç gördüm.Hemen geldim." (Adam durumu tahmin edip bir de mesaj atmış, ilerleyen dakikalarda anlıyorum) 

Ve en sonda da büyük finali yapıyor: "Normalde başkası yapsa ortalığı birbirine katacağım bu eziyeti ben kendime nasıl yaptım!"

Adamı beklettiği, belki de keyifli Pazar gününü mahvettiği ya da geç kaldığı için bir kez bile özür dilemiyor.

Aklıma yine o cümle geliyor:

"İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar"...