1 Mayıs 2013 Çarşamba

bizim büyük çaresizliğimiz

"Reşit Bey Erzincan'ın bir kasabasında bir imamın üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişti. İmamın çocuğu olmasına rağmen Tanrıtanımazlığı kendine daha uygun bulmuştu. Teknik Üniversite'de elektrik mühendisliği okuyacak kadar başarılı bir öğrenciydi. Sonra da yıllarca Şeker Fabrikaları'nda görev yapmıştı. Pek çok şehir görmüştü, yurtdışına gitmişti. Hem köyü hem şehri bilen ve Cumhuriyet'ten hemen sonra doğan herkes gibi, onun da gözünü çelişkilerin çiğ ışığı almıştı: Hayatını Doğu - Batı sorunu üzerine düşünmeye vakfetmişti. Ama siyasetle ilgilenmemişti, çünkü Reşit Bey'e göre, insanlar birbirlerinden ve tarihten bir şey öğrenmiyor, basit güdülerle hareket ediyordu. Bu yüzden siyasetin yapacağı, başaracağı bir şey yoktu. Siyasetin temeli olduğu söylenen "toplumsal tercrübe" diye bir şey yoktu. Yalnızca insanoğlunun daha az çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. Nesilden nesile bir tek bu eğilim aktarılıyordu. Toplumlar için de böyleydi bu. Osmanlı'dan başlayarak Batı'ya öykünmemiz bile bu yüzdendi. Batı'daki imparatorlukların astarı yüzünden pahalıya gelmeyen düzenli ordularına öykünmüştü Osmanlı. Daha az bedel ödeyerek daha kalıcı, daha işe yarar bir orduyu nasıl kurabilirim sorusunun yanıtı Batı'da olduğu için oraya yönelmişti. Batılılaşma diye büyüttüğümüz, yücelttiğimiz şeyin kökeninde bu vardı. Oysa Batı dğbyası "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. Yaşamamayı bir halt sanan biz mistik Doğulular Batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu. Bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çekiyorduk, ekşiyorduk, Eşrefleşiyorduk. (Babamın bizimle değil de kendi kendine yaptığı o uzun bölük pörçük konuşmanın bu kısmı senin de ilgini çekmişti.) Eşref Bey aslında bütün hayatını yaşamamak üzerine kurmuş tipik bir Doğuluydu. Reşit Bey bu tuhaf kahramanıyla bir Doğulu karikatürü çizmek istemişti. Belki biraz fazla karikatürize etmişti, ama özünde meselesi Doğu-Batı'ydı. Eşref Bey kavramlarla düşünmek yerine ayıp, suç, günah gibi dini ahlaki bir terminolojinin esareti altına düşüyordu. Oysa Batı'nın kavramları vardı, çünkü yaşayanların kavramları olurdu, yaşamayanların yasakları, suçları, günahları... Kavramlar bir bakıma özgürlüktü."

Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Barış Bıçakçı