21 Ocak 2013 Pazartesi

Doğanın Özü


Düzeni bozan insan oldu. Aklını uysal bir hayvan gibi kucağına almış, içinde doğduğu tabiatı dikkatle izliyordu. Hayat döngüsünün ahenkli bir ezgisi vardı. Buna uyan canlıların doğduğunu, topraktan uç verip büyüdüğünü, çiçek açıp yavruladığını ve bir gün usulca öldüklerini görüyordu. Bir mucizeydi bu, çünkü birkaç yağmurdan sonra ölen hayvanların, devrilen ağaçların, sararıp toprağa düşen otların tıpkısı geri geliyordu. Ölümün bir yenilenme olduğunu anlayan insanlar, buna yürekten inandılar. Meselenin aslı, içlerinden biri ölene kadar ortaya çıkmadı. İlk kez bir insan öldüğünde diğerleri onun etrafında toplandılar. Daha önce fark etmedikleri bir yalnızlık iliklerine kadar işleyip ürpertti hepsini. Tabiat soğumuştu. Günler geçtikçe,ölenin geride kendinden büyük bir boşluk bıraktığı görüldü. Yeni insanlar doğmuştu doğmasına, ama bunlar ölenden de, birbirlerinden de farklıydılar. İnsanlar, ölüleri gömmenin,açıkta bırakmanın,yüzlerini gündoğumuna ya da günbatımına çevirmenin hiçbir şeyi değiştirmediğini öğrendiler. Mezarlara yol tarifleri, haritalar, geri gelmeyi kolaylaştıracak şeyler koymak da bir işe yaramıyordu. O günden bu güne tabiat aynı insanı iki kere görmedi. Yenilenme falan değil,düpedüz yok oluştu bu! Tabiatı tazeleyen ölüm, insanı sadece yok ediyordu. Bunu fark edince hayranı olduğu o koca düzene kazan kaldırdı insan, ölümü reddetti.

Ayşegül Çelik - Kağıt Gemiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder