Bir şarkı gibiydin; ilk duyduğumda çok derinlerde varlığından bile haberdar olmadığım duyguları su yüzüne çıkaran... Tüm kontrolü kaybetmekten korkarken bir o kadar da ne olacağını merakla bekleyerek kendimi bıraktığım... Tekrar başa sarıp dinleyebileceğimi bilsem de bitmesin diye dua ederken, ilk dinleyişte bir şey anlayamadığım...
aşk acısı ne zaman bitiyor biliyor musun? dedi; ufacık bir ışığa ihtiyacı olduğundan son gücüyle gözlerini bir umut kocaman açtı ve ona baktı.
çayından bir yudum alıp devam etti. "Onu bir şeylere dönüştürdüğün zaman... bir şarkı, bir şiir, bir resim, bir hikaye, bir heykel, bir şey ufacık da olsa bir şey... bu sefer neden farklı ve durumun ciddi olduğunu buradan anladım, sessizliğinden değil."
Telefonda "i had to let you go to find my way back home" dediğimde şarkı aklımın ucundan geçmemişti; o da zaten bunu anlayabilecek durumda değildi. söylesem de anlamazdı ki... Yaklaşık 3 yıldır beceremediğim vedayı dün gece yaptım ve kulaklıklarımı takıp uykuya dalıncaya kadar sayısını bilmediğim kadar kez dinledim; kendi ellerimle kestiğim, oluk oluk kanayan yarama bastım bu şarkıyı. Beni ya şarkılar delirtecek ya da delirmemi engelleyecekler...
"you're green. you need to make your heart stronger." hiç beklemediğim anda ve şu ana kadar aldığım en derin geri bildirimdi. koydum cebime; yola devam...
Hayata iki kategoride geliyoruz; tümden gelenler ve tüme varanlar. O kadar uzun süredir hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor o kadar ki; buna karşı geliştirdiğim bağışıklık, tamam şimdi ne yapabiliriz ona bakalım'cılık ve o zaman b planı şu olsunculuk'taki pratikliğim beni bile şaşırtır noktaya geldi. Tamam tüme varma için dizayn edildim anladık da birçok şeyin beni artık şaşırtamıyor oluşu ve tamam o zaman önümüze bakalım, verilmesi gereken sınavlarımız bitmedi demek ki noktasının doygunluğu ve hissizliğinin ulaştığı boyutu artık kontrol edemiyorum. Erkekler gibi kadınların da mağaraları var kapandıkları -ya da ben alıp başını giden kadın grubundayım diyelim- ve bence kadınların oralardan dönüşleri daha uzun sürüyor. Benim her gidişim bir öncekinden daha uzun hale geliyor kendi adıma. Her şey kümüle yaşın ilerlemesi ile; kalp kırıklıkları, güven zedelenmeleri... Baştan başlamanın her seferinde bu kadar zor hal alması da bundan sanırım. Geçmişe göre belki daha küçük, daha az can acıtıcı hadiseler katlanmaların etkisi ile içsel olarak şelalelere, kontrol edilemez doğa olaylarına dönüşüyor. "Akıllı kırk kez düşününceye kadar deli bir kez yapar kenara koyar" deyimi bence hiç olmadığı kadar bu çağa ait. Normal olmanın/kalmanın çoğunluğun anormal denilen normal adaptasyonu ile bir ceza haline geldiği bir dönem. Herkes deliler gibi korkuyor, birisine güvenmek istiyor ama öyle olduğunu bildiği birinin de canını yakmaktan ya da onu elde görmekten de geri kalmıyor. Hepimiz bir ya da birkaç öncekilerin acısını bir sonrakilerden çıkarıyoruz. İşte, anormalden devşirme normal adaptasyonculara denk gelindiğinde bir problem yok. 3-5 hafta sonra o kişiyi reset'lemiş halde yaşantsına devam ederken görüyorsun. Ama ya o araf'taki normal kalana denk geldiysen ne oluyor?
Yalnızlığın, ıssızlığın, ben kendime yeterim önüme bakarım tek başıma kafam rahatçıların psikolojiye açtığı bu savaşta kim galip gelecek merakla bekliyorum. Duygusal bağlar, aidiyet ve güven kavramlarının insanın hayatındaki mutlulukta temel taşlarını oluşturduğunu söyleyen psikoloji bunca cyborg ile nasıl mücadele edecek? Onu bunu bilmem de filler tepişecek normaller ezilecek, bir onu bilirim...
Filmin, artık hıçkırıklarımı kontrol edebilmek için ağzımı ve burnumu kapatarak izlediğim anında şu cümle belirdi arka fonda: "Bu dünyanın sizi incitip incitmeyeceğine karar veremezsiniz ama sizi kimin inciteceğini seçmekte özgürsünüz ve ben kendi seçimimden memnunum." yine yeniden iştahla müzik dinleyebiliyorsam, ne kadar uzun süredir yarım kaldığını hatırlayamadığım öyküyü en incindiğim anda bir çırpıda tamamlayabildiysem, midemdeki kelebeklerle jiletlerin savaşını kimin kazanacağına değil de kendi özgür seçimimden memnun olmaya odaklanabilirim. He is my Melpomene...