13 Ekim 2013 Pazar

oyuncak

Sırtında çuval olan bir kadın. Başında bir yemeni, çorapsız ayaklarında bir terlik var. Tutturduğu hıza yetişmeye çalışırken bir yandan kalabalıkla mücadele edip sesini çıkarmadan ilerleyen bir çocuk. 

Derken çocuğun kalabalıkla mücadelesinde kaybeden, elindeki bebek oluyor. Bir adam ile çarpışınca havada süzülüp, yerde bir süre kaydıktan sonra bir kadının ayaklarının dibine düşüyor.

Çocuk kocaman açtığı gözlerle annesinin kolundan çekiştirerek oyuncağa ulaşmaya çalışıyor ama anne oralı değil. Algıları kapalı, yürümeye devam ediyor.

Durumu gören kadın önüne düşen oyuncağa ayağıyla vuruyor ve oyuncak kayarak çocuğa doğru ilerliyor. Yeterli mesafeye geldiğinde çocuk yakalıyor oyuncağı ve bir saniye oyuncağa bakıp gülümseyerek koltuğunun altına sıkıştırıyor.

Sonra kadın ile göz göze geliyoruz. Bakışımla sorduğum soruyu kelimelere dökmeme gerek kalmıyor, anlıyor. Başını hızla iki yana sallıyor, "bilmiyorum" diyor gözleriyle ve hemen kafasını eğip adımlarını hızlandırıyor.

Anne her şeyden habersiz. Çocuk mutlu, konuyu çoktan unuttu.

Ama ben hala aynı sorudayım: 


O çocuk, tertemiz giyimli bir iyi(!) aile çocuğu olsaydı o zaman oyuncağı yine aynı şekilde mi verirdi?




24 Eylül 2013 Salı

şekil

Otomatik pilotta işe giderken yanımdan geçenin -kulağımdaki müziğe rağmen- duyabileceğim desibelde serzenişi ile ayılıyorum: “Acaba üstündeki tişörtün ne anlama geldiğini biliyor mu?”

Şöyle bir bakıyorum ve geçiyorum, ne denir ki.. Sonra aklıma takılıyor; üstümde siyah klasik bir etek, topuklu ayakkabı ile o “dark side of the moon” tişörtü olmasa yine aynı şeyi söyler miydi?



Sonra konsere gidişimiz aklıma geliyor çocukluk arkadaşımla. İTÜ Arena’ya doğru ilerlerken, sahilde cips&ice tea partilerimizde konuştuğumuz şeylerin bir kısmının gerçek oluşuna ilerliyoruz. 2miz de çok heyecanlıyız. Ben resmen bir hafta öncesinden ne giyeceğimi kararlaştırmışım. En sevdiğim çiçekli tulumum var üstümde onda da Liverpool forması.

Metroda bir grup var yanımızda; hepsinin üzerinde The Wall tişörtü. Muhabbettimize kulak kabartmış olacaklar ki anlıyorlar konsere gittiğimizi. Bir süre bizi güzelce süzdükten sonra yüzlerindeki ifadeden onların gözünde “abi süper konserdi ya Roger Waters bomba! Ay em et İTÜ Arena” kategorisine çoktan geçmişiz. Arkadaşımla bakıp birbirimize gülüyoruz.

O çiçekli tulumlu futboldan zerre anlamayan kız, uğruna konser saati değiştirecek kadar koyu bir Liverpool taraftarı olduğunu biliyor mesela Roger Waters’ın. Yanındaki arkadaşı ise konuyu bitirip çoktan kenara koymuş…



Aslında genel sıkıntımız bu, hayatın her alanında; müzikte, sanatta, siyasette ve hatta sporda konu taraf olmak ise konunun aynı tarafında olduklarımıza karşı bile anlayışlı olamayışımızdan değil mi bunca hadise?





2 Eylül 2013 Pazartesi

basit

Bir çocuğun rengarenk balonları gördüğünde
attığı ilk çığlık
Pamuk helvanın tadındaki büyünün
dilde kalan pembeliği
Asla bitirilemeyen
elma şekeri
Bir jelibon tarlasında
sepetle gezmek
Bir kuş kanatlanırken
yakalamak için uzattığın eldeki inanç
Kaldırımın köşesinde
düşmeden yürümenin verdiği gurur

Bu kadar basitleşecek her şey
Göz göze gelebildiğimizde







10 Ağustos 2013 Cumartesi

duvar

Evimizin 22.yılının yazında yine odamdayım. "Eskiden tavanı seyrederdim" diyorum çünkü artık duvarlara bakmaya başladığımı fark ediyorum.


Mesela;

Bol kahkahalı zamanları görüyorum, daha beyaz duvarın o kısımları.

Biraz daha gri kısımlar var, ağladıklarım olmalı bunlar da. Aslında siyahla karıştığından değil gözyaşı ile beslendiğinden nemli.

Biraz da çentikli kısımlar ilişmiş ara ara. Sinirli zamanlar; bir şeyler fırlatınca çarptığı yerde iz kalıyor haliyle.

Hepsini saklamış sağ olsun benim yerime...

Durmadan bir şeyleri üst üste koymaya çalışıyoruz. Hayatta iz bırakma şeklimiz bu galiba. 

Hani bazen üst üste koymaya o kadar odaklanırsın ki, çekilip kenara bakmak aklına gelmez. Kimi zaman da olduramamışsın gibi gelir, bakmaya cesaretin olmaz.



Artı eksi kısımda şimdilik neredeyim bilemiyorum.



İnsan hayatta tutunacak bazı sabitler arıyor. Derken annem sesleniyor: "Birkaç günlüğüne geldin zaten, gel azıcık yüzünü göreyim."

"Bu işte onlardan biri" diye içimden geçiriyorum.

Ayağa kalkıyorum; oda çok dolu geliyor salon ise serin.

Salonda uyumaya karar veriyorum bu defa.



5 Ağustos 2013 Pazartesi

çığlık çığlığa

Konuşuyordu, durmamacasına.. “Nasıl da yorulmuyorsun? ” dedi. “Bari 2 dakika sussan da, her sabah üstünden geçerken bu şehirde yaşamanın her şeye rağmen güzel olduğunu kanıtlayan boğazı seyretsem?”

Dinlemedi bile, ısrarla devam etti konuşmaya. 

“Nasıl da bencilsin” dedi. Bunu derken söyleyiş tarzındaki naiflik kendisini de şaşırttı. Sadece artık nefes alamadığını hissediyordu, iyice yaklaşmıştı.

Birden avazı çıktığı kadar bağırdı. Kocaman, kulakları sağır edecek cinsten. Kafasını bile çevirmedi, nefesi tükenene kadar devam etti; diyaframının bu kadar iyi durumda olduğuna kendisi de hayret etti. Biraz iyi hissetti, göz ucuyla şöyle bir baktı. 

Şaşırmıştı; gözlerini kocaman açmış hayretle ne yaptığına bakıyordu.

Ama kararlıydı yumuşamayacaktı. Devam etti. Ne düşünüyorsa bağıra çağıra söyledi. Organlarının çatlamaya başladığını hissetti ama korkmadı bu defa. “Kırılan düşen düşsün, kalanlarla devam edeceğim” dedi. Bunu derken daha sessiz düşünmeye çalıştı ki okumasın düşüncelerini.

İyice geri çekildi çığlık devam ettikçe; köşeye oturdu, dizlerini gövdesine çekip kafasını eğdi ve sessizce dinledi onun söylediklerini. Dinlemedi belki de ama en azından dinler göründü.

Her hayali için şişirdiği balonu patlatmasından tut da hevesle paylaştığı her şeye bir kulp bulup onu sürekli negatifliklere boğmasına kadar saydı döktü.

“Seni sevmiyorum Ego, bunu ikimiz de biliyoruz. Sana elimden gelen saygıyı gösteriyorum yine de. Ama hep daha fazlasını istiyorsun. Ben senin benim ruhumu ele geçirmemen için yıllar önce savaş açtım. Vazgeçeceğimi düşünüyorsun bir gün; ama iyice bak bana, vazgeçmeyeceğim. Olur ya da olmaz, denemeye devam edeceğim.”

Sessizce kalktı, ve kapıyı açıp çıktı odadan.

Ego odadan çıkarken, o etrafa baktı. Merak etmişti, çevreyi rahatsız ettim mi, birileri fark etti mi diye geçirdi içinden.

Herkes uyuyor, kitap okuyor ya da müzik dinliyordu. Rutin.

O esnada metrobüsün camında yansımasını gördü. Kaşları bile çatık değildi..

Sonra tekrar bir daha etrafına bakındı ve aklına gelen sorunun yanıtını merak etmeye başladı:



Acaba bu metrobüste şu anda kaç kişi çığlık çığlığa?



26 Temmuz 2013 Cuma

ayrona

Richie Rich’i izliyordu. Ayrona tek eliyle kocaman kanepeyi kaldırıp, altını süpürüp, hızlıca tüm ev işlerini bitirdi.

Annesi son günlerde çok yorgun olduğu için mutsuzdu; “Hem iş hem de ev, yetişemiyorum vallahi artık” demişti geçende bir komşu teyze ile dertleşirken.

Hemen o anda kafasında bir fikir belirdi.

Koşa koşa mutfağa gitti.

Anneee

Efendim kızım?

Biz dolapta duran robotu neden kullanmıyoruz?

Kurması ve toplaması çok zor oluyor kızım, extra bir sürü iş çıkıyor. O zamana kadar ben yapıyorum onun yaptığını.

Neden ki? Bir kere kuracağız.  O da yardım etsin sana. Bak Richie Rich’in Ayrona’sı her işi yapıyor, annesi hiç yorulmuyor?

19 Temmuz 2013 Cuma

semt

Bir uyku tulumunun içinde, sokağın ortasında uyuyorum sanki...

Ramazan boyunca mahallenin tüm çocukları - gecenin bir yarısı iftar ve sahur arasında ebevynlerinin ayakta olmasını fırsat bilip - sokağa atıyorlar kendilerini.

Ve ben uyurken etrafımda yakalamaç oynuyorlar.

İşte Şişli'de kapı pencere açık uyumak böyle bir şey.

Olsun, ben bu semti böyle kabul ettim ve böyle seviyorum :)