10 Ağustos 2013 Cumartesi

duvar

Evimizin 22.yılının yazında yine odamdayım. "Eskiden tavanı seyrederdim" diyorum çünkü artık duvarlara bakmaya başladığımı fark ediyorum.


Mesela;

Bol kahkahalı zamanları görüyorum, daha beyaz duvarın o kısımları.

Biraz daha gri kısımlar var, ağladıklarım olmalı bunlar da. Aslında siyahla karıştığından değil gözyaşı ile beslendiğinden nemli.

Biraz da çentikli kısımlar ilişmiş ara ara. Sinirli zamanlar; bir şeyler fırlatınca çarptığı yerde iz kalıyor haliyle.

Hepsini saklamış sağ olsun benim yerime...

Durmadan bir şeyleri üst üste koymaya çalışıyoruz. Hayatta iz bırakma şeklimiz bu galiba. 

Hani bazen üst üste koymaya o kadar odaklanırsın ki, çekilip kenara bakmak aklına gelmez. Kimi zaman da olduramamışsın gibi gelir, bakmaya cesaretin olmaz.



Artı eksi kısımda şimdilik neredeyim bilemiyorum.



İnsan hayatta tutunacak bazı sabitler arıyor. Derken annem sesleniyor: "Birkaç günlüğüne geldin zaten, gel azıcık yüzünü göreyim."

"Bu işte onlardan biri" diye içimden geçiriyorum.

Ayağa kalkıyorum; oda çok dolu geliyor salon ise serin.

Salonda uyumaya karar veriyorum bu defa.



5 Ağustos 2013 Pazartesi

çığlık çığlığa

Konuşuyordu, durmamacasına.. “Nasıl da yorulmuyorsun? ” dedi. “Bari 2 dakika sussan da, her sabah üstünden geçerken bu şehirde yaşamanın her şeye rağmen güzel olduğunu kanıtlayan boğazı seyretsem?”

Dinlemedi bile, ısrarla devam etti konuşmaya. 

“Nasıl da bencilsin” dedi. Bunu derken söyleyiş tarzındaki naiflik kendisini de şaşırttı. Sadece artık nefes alamadığını hissediyordu, iyice yaklaşmıştı.

Birden avazı çıktığı kadar bağırdı. Kocaman, kulakları sağır edecek cinsten. Kafasını bile çevirmedi, nefesi tükenene kadar devam etti; diyaframının bu kadar iyi durumda olduğuna kendisi de hayret etti. Biraz iyi hissetti, göz ucuyla şöyle bir baktı. 

Şaşırmıştı; gözlerini kocaman açmış hayretle ne yaptığına bakıyordu.

Ama kararlıydı yumuşamayacaktı. Devam etti. Ne düşünüyorsa bağıra çağıra söyledi. Organlarının çatlamaya başladığını hissetti ama korkmadı bu defa. “Kırılan düşen düşsün, kalanlarla devam edeceğim” dedi. Bunu derken daha sessiz düşünmeye çalıştı ki okumasın düşüncelerini.

İyice geri çekildi çığlık devam ettikçe; köşeye oturdu, dizlerini gövdesine çekip kafasını eğdi ve sessizce dinledi onun söylediklerini. Dinlemedi belki de ama en azından dinler göründü.

Her hayali için şişirdiği balonu patlatmasından tut da hevesle paylaştığı her şeye bir kulp bulup onu sürekli negatifliklere boğmasına kadar saydı döktü.

“Seni sevmiyorum Ego, bunu ikimiz de biliyoruz. Sana elimden gelen saygıyı gösteriyorum yine de. Ama hep daha fazlasını istiyorsun. Ben senin benim ruhumu ele geçirmemen için yıllar önce savaş açtım. Vazgeçeceğimi düşünüyorsun bir gün; ama iyice bak bana, vazgeçmeyeceğim. Olur ya da olmaz, denemeye devam edeceğim.”

Sessizce kalktı, ve kapıyı açıp çıktı odadan.

Ego odadan çıkarken, o etrafa baktı. Merak etmişti, çevreyi rahatsız ettim mi, birileri fark etti mi diye geçirdi içinden.

Herkes uyuyor, kitap okuyor ya da müzik dinliyordu. Rutin.

O esnada metrobüsün camında yansımasını gördü. Kaşları bile çatık değildi..

Sonra tekrar bir daha etrafına bakındı ve aklına gelen sorunun yanıtını merak etmeye başladı:



Acaba bu metrobüste şu anda kaç kişi çığlık çığlığa?



26 Temmuz 2013 Cuma

ayrona

Richie Rich’i izliyordu. Ayrona tek eliyle kocaman kanepeyi kaldırıp, altını süpürüp, hızlıca tüm ev işlerini bitirdi.

Annesi son günlerde çok yorgun olduğu için mutsuzdu; “Hem iş hem de ev, yetişemiyorum vallahi artık” demişti geçende bir komşu teyze ile dertleşirken.

Hemen o anda kafasında bir fikir belirdi.

Koşa koşa mutfağa gitti.

Anneee

Efendim kızım?

Biz dolapta duran robotu neden kullanmıyoruz?

Kurması ve toplaması çok zor oluyor kızım, extra bir sürü iş çıkıyor. O zamana kadar ben yapıyorum onun yaptığını.

Neden ki? Bir kere kuracağız.  O da yardım etsin sana. Bak Richie Rich’in Ayrona’sı her işi yapıyor, annesi hiç yorulmuyor?

19 Temmuz 2013 Cuma

semt

Bir uyku tulumunun içinde, sokağın ortasında uyuyorum sanki...

Ramazan boyunca mahallenin tüm çocukları - gecenin bir yarısı iftar ve sahur arasında ebevynlerinin ayakta olmasını fırsat bilip - sokağa atıyorlar kendilerini.

Ve ben uyurken etrafımda yakalamaç oynuyorlar.

İşte Şişli'de kapı pencere açık uyumak böyle bir şey.

Olsun, ben bu semti böyle kabul ettim ve böyle seviyorum :)





17 Temmuz 2013 Çarşamba

zamunsarış

Zaman
Bazen ilaç
Belki de tuz
Suya karıştırsan?

Unutmak
Bazen kolay
Belki de zor
Silsen?

Cesaret
Bazen saklanmak
Belki de ortaya çıkmak
Sadece dursan?

Kayıp
Bazen iyi ki
Belki de neden ben
Toplayıp kaldırsan?

Aşk
Bazen acı
Belki de ışık 
Hep var olsan?

17 Haziran 2013 Pazartesi

dur

Odam da tıpkı ruhum gibi, İstanbul sokakları gibi, hatta ülkem gibi dağınık. Ne kadar toplasam da olmuyor. O da isyan ediyor, direniyor. Bu iş bitene kadar da böyle devam edecek gibi..
 
Pes ediyorum, katlamadan bırakıyorum elimdekileri öylece yere, bir yığın halinde.

Yatağıma uzanıp hareketsizce tavana bakıyorum biraz. Sonra 15 dakikadır twitter'a bakmadığım için vicdan azabı hissediyorum. Açıyorum, timeline hiçbir şey yapmadan saatlerdir "duranadam" ile dolu.

İçim canlanıyor tekrar ve sonra diyorum ki "bazen öylece durmak, olduğun gibi,olduğun şekilde meğer ne güzel bir şey imiş."

Sonra kafamı kaldırıp odamla anlaşma yapıyorum.

"Nasıl durmak istiyorsan öyle dur."

3 Haziran 2013 Pazartesi

kanat





Thom Yorke'un Let Down parçasında dediği gibi - bunca gazdan sonra, her şeye rağmen direnen - bu güzel insanların da bir kimyasal reaksiyon sonucu kanatları çıkar mı yakında?