Otomatik pilotta işe giderken yanımdan geçenin -kulağımdaki
müziğe rağmen- duyabileceğim desibelde serzenişi ile ayılıyorum: “Acaba
üstündeki tişörtün ne anlama geldiğini biliyor mu?”
Şöyle bir bakıyorum ve geçiyorum, ne denir ki.. Sonra aklıma
takılıyor; üstümde siyah klasik bir etek, topuklu ayakkabı ile o “dark side of
the moon” tişörtü olmasa yine aynı şeyi söyler miydi?
Sonra konsere gidişimiz aklıma geliyor çocukluk arkadaşımla.
İTÜ Arena’ya doğru ilerlerken, sahilde cips&ice tea partilerimizde
konuştuğumuz şeylerin bir kısmının gerçek oluşuna ilerliyoruz. 2miz de çok heyecanlıyız. Ben resmen bir hafta
öncesinden ne giyeceğimi kararlaştırmışım. En sevdiğim çiçekli tulumum var
üstümde onda da Liverpool forması.
Metroda bir grup var yanımızda; hepsinin üzerinde The Wall
tişörtü. Muhabbettimize kulak kabartmış olacaklar ki anlıyorlar konsere
gittiğimizi. Bir süre bizi güzelce süzdükten sonra yüzlerindeki ifadeden
onların gözünde “abi süper konserdi ya Roger Waters bomba! Ay em et İTÜ Arena” kategorisine
çoktan geçmişiz. Arkadaşımla bakıp birbirimize gülüyoruz.
O çiçekli tulumlu futboldan zerre anlamayan kız, uğruna
konser saati değiştirecek kadar koyu bir Liverpool taraftarı olduğunu biliyor
mesela Roger Waters’ın. Yanındaki arkadaşı ise konuyu bitirip çoktan kenara
koymuş…
Aslında genel sıkıntımız bu, hayatın her alanında; müzikte,
sanatta, siyasette ve hatta sporda konu taraf olmak ise konunun aynı tarafında
olduklarımıza karşı bile anlayışlı olamayışımızdan değil mi bunca hadise?